Friday, January 02, 2009

Wednesday, December 17, 2008

Yakında!

Cılız sesim çalışma odamı çınlattı!

"Kahin!"

"Şeytanın kölesi!"

Kahin! dedim.

"Kuş ya da iblis"

"Herneysen, İster kara tanrıça yollasın seni, İster kara bulutlar kovalasın;"

"Issız, ancak korkusuz: bu çöl toprağına, uğursuz;"

"Bu adama, daima huzursuz.."

"Yalvarırım sana söyle:"

"Var mıdır derdime çare?"

"İster Gilead'ın eteğinde, İster cehennemin dibinde.."

"Yalvarırım sana söyle..."

Kara kuş diklendi, insansı sureti, şeytani sesiyle:

Dedi bir daha asla olmayacak seninle...

issizkorkusuz

Bekleyin...

Thursday, October 04, 2007

John Ay Virüsleriyle bir bağlantın var mı?

Nerdeyse bu duruma alışacağım. Genelde sabah saat 4 ve akşam saat 7 de kendime geliyorum. Yaklaşık 2-3 saat ihtiyaçlarımı giderdikten sonra büyük bir yorgunlukla yatıyorum. Mobilyaların gittikçe azalıyor. Evdeki para edebilecek her şey teker teker kayboluyor. Kapımın önü postalarla dolu ve telefonumda haftalar öncesinin mesajları var. Telefon hattı kesik ve kapı da kilitli. Bazen bunun bir şaka olduğunu düşünüyorum. Ama bir şaka aylar boyu devam etmez değil mi? Bir sıçan gibi tıkılı kaldığım bu kafeste elimde olmadan o geceyi düşünüyorum...

John Ilia Clags'ı tanır mısın?

Kafamda neler olup bittiğini bilemiyorum. Ancak bildiğim tek şey beynimin içindeki bu savaş bir anlığına bile kesilirse ben infilak edeceğim. Kendime geldiğim zamanlarda yazıyorum. Kendi kendimle bir haberleşme biçimi haline geldi bu artık. Kendimde olmadığım zamanlarda ise.. Terra bizi korusun. Bazen.. Bazen kendime geliyorum ve elimde bir kitap oluyor ya da televizyonun karşısında oluyorum. O kitaplar hep tarih kitapları oluyor ve televizyon da devamlı haber sonrası saçma programlarda takılmış oluyor. Nerdeyse birşeylere anlam verebilecek gibi hissediyorum. Ancak hiçbirşey aklımda birleşmiyor. Herşey paramparça ve benim birleştirmeye gücüm yok. Zaman kavramı gittikçe benden uzaklaşıyor. Gün geçtikçe azalan mobilyalarımın arasında bazen bir fotoğrafa raslıyorum. Ve.. Ve o sanki bana yüzyıllar öncesinden silik bir hatıraymış gibi geliyor, Uzun zaman önce unutulmuş..

Wednesday, July 11, 2007

2.Akşam Haberleri

* ...Savaşın yaraladığı güneyin, toplumcu kolonilerinden...*

Karserya ... güneyin anlaşılmaz insanları ... 2000 yıl önce Terra üç kere yıkılmış, üç kere toprağın soyu katledilmiş , kurumuşken neden savaşmadıklarını anlayamazdık. Aradan 2000 yıl geçmiş... Neden savaştıklarını anlayamıyoruz...

*...Birleşmiş topraklar ittifakı, en sonunda, insanlık adına bu vahşeti sonlandırmak için müdahale kararı aldı...”

Müdahale ettik... Kafirlere, barbarlara, şeytanlara , anarşistlere , kendimize... Sırf kendi paramparça, ayrılıkçı, çıkarcı, kaypak topluluğumuzu doğru göstermek için. Tanrıların şehri Terra, tanrıların kibiri ile saldırdı dünyaya ve yine sonu onlarınki gibi oldu.

*... Ve sizi savaşın çarpıcı görüntüleri ile başbaşa bırakıyoruz...*

Düşenlerin tellallığını yapmaktan başka bir işe yaramayan sıçan sürüsü... Eskiden kulaktan kulağa yeraltından çalışan bu örgüt şimdi renkli camların arkasından tüm ulusa sesleniyor. İmparatorların emrinde hayatları batırmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu akbabalar, şimdi insanların bilgi edinme haklarını savunuyorlar. En ufak kan kokusuna sırtlanlar gibi üşüşüp, tiraj için Terralılar’a zehir satıyorlar. Bir Terralı’nın dört duvar arasına hapsolmuş hayatında, insanların kolayca bastıramayacağı vahşet ve cinsellik içgüdülerini kullanarak milyonları sömürüyorlar. Ve üstüne üstlük her akşam haber dedikleri kan banyosu ve gövde gösterisi saatinden sonra üçü de dolaylı yoldan Terra hükümetine bağlı üç kanaldan birini izlediğimiz için bize teşekkür ediyorlar...

Kurşunların delik deşik ettiği sıvasız bir duvarın dibinde ; toz, toprak arasında babasının cesedini bir eliyle kavramış, simsiyah gözleriyle düzeni ve medeniyeti silah ve tanklarla getiren Terra Muhafızlarını izliyor bir çocuk. Tek katlı evlerin arasından batmakta olan çöl güneşi, kavurucu ışıklarını çocuktan esirgeyip kameraman ile birlikte yedi kişi olan birliği aydınlatıyor. Çağlar geçmiş , silahlar değişmiş ancak düzen değişmemiş. Çaylaklar önde , paralılar ve rütbeliler arkada.. Ne olursa olsun hepsi herşeyin üstünde tek bir amaç için toplanmışlar. Ve o amaç Centurion’a telsizle iletiliyor.

*Tek bir karserî bile bırakmayın!*

Pugio marka 9 mm bir tabancadan çıkan tek bir kurşun çocuğun simsiyah gözlerini kana buluyor. 6 kişilik birlik sanki bir tarla faresi öldürmüşçesine tepkisiz, düzenini koruyarak tek katlı evlerin arasından ilerliyor. 7. kişi kaydedilmemesi gereken görüntülerin kendisinden nasıl alınacağını düşünerek yavaşça onları takip ediyor. Ve bir anda kocaman bir kamyon, gökyüzünü kızıla boyayan güneşin ve aynı şeyi geçtiği toprağa yapan birliğin önünü kesiyor. Her yerden 6 kişilik birliğin üzerine güneyliler yağarken tüm bunları kaydeden kamera boğazı kesilen sahibinin elinden düşüyor. İşleri biten güneyliler geldikleri hızda ayrıldıklarında hala çalışan kamera uzaklarda simsiyah bir figürü yakalıyor. Karanlık cübbesinin içinden attığı tek bakış o mesafeden yemyeşil parlak gözlerini ele veriyor. Ve sonra kamera bir karabî çarığı altında parçalanıyor.

“Geleceğin haber verilmişti zehirli olan. Umarım harekete geçişin de bu kadar zamanında olur.”

Tuesday, July 10, 2007

1.İşte Başlıyor

Açık olan televizyonun saçılan loş ışığı odayı, televizyondan gelen ses, geçmiş ve bugün , gerçek ve yalan, iyi ve kötü ise karmaşa içindeki zihnini ; aynı televizyonun odaya yaptığı gibi ne tamamen aydınlatıyor ne de karartıyor, yalnızca farklı renklerin ani parıltıları ile boyuyordu. Olanlara anlam vermeye çalışarak, odaklanmadan, kendi muhakemesi içinde kaybolarak, sadece durdu ve bekledi... Cisminin durgunluğuna rağmen fikirlerin enstrümanlaştığı, posmodern olamayacak kadar antik, avant-garde olamayacak kadar muhafazakar, ancak yaşadığı anı tümüyle reddeden, bu reddedişe rağmen günümüze ait gözüken, kaotik ve soyut müziğin eşliğinde aldatıcı olan ya da sadece kendi olmakla yetinen kavramların çarpışmasına zemin olan zihni ve transtaymışçasına askıda olan bilinciyle izledi akşam haberlerini...

Monday, April 10, 2006

Ölüm Ve Dirilişten Daha Fazlası

            REDDET
                    DİREN
                       KABULLEN

                                  3 vampir Hikayesi

                                    



     “Ölüm en büyük çelişkidir çünkü ölümlülerin en büyük korkusu olmasına  rağmen ve her kültürün inanış ve adetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır.  Yaşam ölünün cesetlerinde yatar. Ölüm olmasaydı birşeyler yapmak için nedenimiz olmazdı. Hissedeceğimiz tek duygu varolmak olurdu ve yaşam zamanla acı ve ıstırap verici bir şeye dönüşürdü.”
                                                         Ölümbüyücüsü Pisha

  1. :            REDDETMEK



“...Yaşam... Bize sunulmuş bir mucize mi yoksa kaçışından korktuğumuz bir işkence mi? Ya ölüm ; son mu kurtuluş mu? Cevap hayatın kendisi kadar ironik. Hiçbiri. Ne mucize odağı , ne işkence evi. Biraz demir tozu , biraz kan , bolca bilinmezlik. Geri kalanları insan kendisi için yaratıyor....”
          
  Kane’in kendi elleri ile diktiği mezar taşından



“Uyanmak belki hiç o kadar zor gelmemişti.  Olacaklardan haberim olmamasına rağmen gözlerimi açmak işkence , yattığım yataktan kalkmak angarya halini almıştı. Uzun yıllar boyu burda yatabilirim diye düşündüm. Belki de yatmalıydım. Yatmadan önce ne olmuştu? Hatırlamıyordum. Bunun en büyük nedeni ise hatırlamak istemeyişimdi. Yaşamaya karşı bir isteksizlik taşıyordum.  Burda kendim ile konuşarak yüzyıllar geçirebilirim.  Ama olmadı , olmayacağından emindim zaten...Neden mi?...Bundan önce düşünmeden diğer ölümlülerin yaptığını yaptığım ve garip bir şekilde bunda başarılı olduğum tam 27 yıl. Körlemesine bir yarış...Batabileceğim en dip noktadayım. Ve daha aşağısını merak etmiyorum.”

“Merhabalar çocugum ben Ventrue elder’i Richard. Bilmedigin bir dünyaya adım atmıs durumdasın ve ben senin hem efendin hemde akıl hocanım. simdi kalk ve giyin. Kahvaltıda görüsmek üzere ayrılıyorum. Güzel bir gece olacaga benziyor. iyi aksamlar.”

“Histerik bir şekilde gülmeye başladım. Kim gülmez di ki. Ölüm bile insanları huylarından ayıramıyor işte. Durumun lanetliliği üzere tattıkları ölüm değil.  Ki olsaydı kendimi aşağı bırakmazdım. Durumun aciziyeti ortadaydı. Bilinmeyeni kucaklamak peşimde azrail ile gezmekten kesinlikle ve kesinlikle daha çekici geldi.”

“Yemek masası tahmin etttiğim gibiydi. Hatta bana tüm bunların şaka olup olmadığını düşündürdü. Ancak o Kan içiyordu ; ben kullanmıyorum diyerek kibarca reddettim. Alaycı bir gülümseme dudaklarına yayıldı. 3 gecen var dedi. O zamana kadar Kan ve et baştan çıkarır.”

“Salak herif... Senin yerine Malkav’ın bir evladı beni ısırsaydı daha memnun olurdum. Belki çıldırırdım ancak 3 güne kadar ölmüş olacağım en azından ona malum olurdu. Özür dileyerek kalktım. Mevcudiyetine daha fazla tahammül edemiyordum. Hızlıca odama çıktım. Bir kısmım bu olayı benimsemeye başlıyordu. Ama 3 gün diye düşündüm. Yoksa hiç geri dönüşü olmaz.”

“İlk gecesini bu kadar hararetli geçiren başkası var mıdır diye düşündüm. Olsa da beni çok ilgilendirmiyordu. Mezar bekçisiyle küçük bir pazarlıktan sonra ufak ve güzel bir arsa sahibi oldum. Mezarımı o gece kazdım ve doldurdum. Mezar taşı yarının işiydi. Bir de edebiyat parçalamam lazımdı. Harward sağolsun... O olay çok basit oldu.”

“Annemin beni bu işe dahil etmiş olması dayanılmazdı. Her jenerasyondan bir şanslı çocuk ölümsüzlüğe hak ‘Kazanır’. Zorla ihtiyacım olmayan vampir tarihini ve adetlerini öğrendim. Zorla Kucaklandım. Zorla yaşamak ile ölmek arasında fark görmüyorum.”

“İstediklerini elde ettiler ve şimdi gitmek istiyorum. Bu konuyu gün boyu düşündüm. Sözde sahibim uyumazsam ve  kan içmezsem vampirsel özelliklerimi kullanamayacağımı söyledi. Bunun için 15 dakika huzur bulup uyuduğum anı seçmesi ilginç bir zamanlamaydı. Sonra o kadar korktum ki ne gözüme uyku girdi ne de sonraları bir şeyler atıştırabildim. Acelem vardı Ventrue köşkünden ayrıldım.”


“Yüksekçe bir yerde oturmuş şehre bakıyorum. 27 yılım ve son 2 günüm var aklımda. Burada yürümüş olmaktan mutluydum. Ancak Kızıl ilahın dediği gibi ‘A tout le monde...A tout les amis...Ja vous am...Ja dois partir.’ Son bir söz..... Son bir.... Son...”

“Belki bazılarına 27 yüzyıl bile yetmeyebilir ancak insan ilerlemek için isteği kalmadığında yaşamak için yarattığı kandırmacaları gözünün önünden çekiyor. Ve yaşamı ve ölümü birşeye bağlamamayıp, tüm bunları güzelleştiren veya mantıksızlaştıran tüm hikayeleri bir kenara bırakınca tüm herşeyi anlamak 27 yıl ya da 27 saat gibi kısa bir süre alabiliyor. Yaşam... Bize sunulmuş bir mucize mi yoksa kaçışından korktuğumuz bir işkence mi? Ya ölüm ; son mu kurtuluş mu? Cevap hayatın kendisi kadar ironik. Hiçbiri. Ne mucize odağı ne işkence evi. Biraz demir tozu , biraz kan , bolca bilinmezlik. Geri kalanları insan kendisi için yaratıyor. Zor olan yaşamak ya da ölmek değil zor olan bilinmeyeni kucaklayabilmek. Benim gibi yitik bir ruh bile bunu sorgulayacak eminim.”

“Mezar taşını yazmak çok kolaydı. Ancak dikmek o kadar kolay olmadı. Dikerken ellerim titredi ve boşaldı. Kaidesini kazarken gözümden kendi kanım yaş niyetine aktı. Mezarı kazmak çocukça bir başkaldırı idi. Taşı dikmek ise tetiği çekmek gibi. Saatler alsa da taşı diktim son kez yazıyı okudum. Bir damla yaş da kendim için döktüm. CHRIS Kane 1972-1999”

“Şafağa doğru köşke döndüğümde efendim beni kapıda karşıladı. Lisedeymişim gibi hissettim. Gece geç geldiğimde babam kapıda olurdu. O zaman olmasa da şu an için güzel günlerdi. O zamanlar babam bana sarılır ve geç kalacaksam aramam gerektiğini söylerdi. Bu herifin öyle yapmayacağı kesindi. Kül rengi yüzüne bakarak eşikten geçtim. Belki de başkasını bekliyordur diye çocukça bir umuda kapıldım. Ama holde yanıma bir anda fırlayıp kafamı duvara soktu. Sıvanın çatladığını beynimde hissettim. Belki de kafatasım kırılmıştır diye düşündüm. Tek isteğim tamamdı istediğim an ölebilirdim ancak bunu onun yapamayacağını biliyordum. Benim jenerasyonum tek kişiden oluşuyordu. Ben onun için çok kıymetliydim. Onların seçtiği kanbağı çok kıymetliydi. Ventruelar...Onlar soylu olmak zorundaydı. Sonra kafamı duvardan çekti ve kulağıma bağırmaya başladı. “

“ Bana bak...Ne yapmaya çalısıyorsun. Bunun nereye kadar gidecegini zannediyorsun. Gel buraya.”

“Beni girişteki misafir odalarından birine soktu ve bir kanepeye fırlattı. Buzdolabına gitti , içinden bir kan korbası çıkardı yan taraftaki raftan bir kadeh aldı ve torbayı yırtıp Kanı çabucak ve beceriksizce etrafa saçarak kadehe boşalttı. Kırmızı sıvının görüntüsü bile görüşümü bulandırmaya yetmişti. Hoş kokusu tüm odaya yayılmıştı. Kan beni çağırıyordu. İsmimi fısıldıyordu. Köpek dişlerim yavaşça uzamaya başladı. Bu garip bir şekilde haz veriyordu.Ventrue kızıla boyanmış kadeh ile yavaşça yanıma geldi. Kadehi yüzüme yaklaştırdı. Bir anda tüm duyularım harekete geçti. Onu tüketmek için çok büyük bir istek duyuyordum. Gözlerimi kadehten zorla ventrue’ya doğru çevirdim. Nefret ettiğim herşey en büyük silahı ile karşımda duruyordu. Neden reddettiğimi ve neden reddedeceğimi hatırladım. Tüm bu çürümüşlük bana göre değildi. Elimin tersi ile kadehe vurdum. Yere düşüp parçalandı. Kendimi kanepeden attım. Ve dışarı koştum. Beni takip edeceğini düşünüyordum. Etmedi. “

“Odama çıktım. Ketenleri kapattım ve uyumaya çalıştım. Ölüler ve diriler zihnimi ziyaret etmeye başladılar. Rüyamda önce annemi gördüm. Hırs ve isteğin girdaplarında dolanan bir kadın. Daha fazlası için herşeyi yapabilirdi. Yaptı da. Ruhunu satmak onun için bir bedel olabilir en fazla. Beni bu ventrue’ya ‘satan’ oydu. Tek isteği belki de sonsuza kadar benle yaşamaktı. Tabi ben ventrue’nun tahtına oturduktan sonra... Şimdi kapımı çalmazdı.”

“Sonra babamı gördüm. Huzurun serin topraklarında çökmüş dinleniyordu. Hep aklıma gelen soru bu kadınla neden birlikte olduğu idi. Akademik başarıları veya ünü yüzünden mi? Kesinlikle hayır ! Annemin her davranışını sahte gördüğümden ötürü babamla yaşayışını hep bir evcilik oyunu olarak görmüştüm. Sonra haklı olduğumu anladım. Babam öldüğünde cenazesine bile gelmedi.”

“Baktığımda şimdi o ikisi içimde kavga ediyordu. Ve şimdilik babam kazanmıştı. Kadehi yere savurarak... Yarın ne olacağını kimse bilemezdi.”

“Kapının hunharca çalınması ile uyandım. Kanepeden fırladım ve açlığı hissettim. Sanki karnımı içeriden birşeyler tırmalıyordu. Karşı koymalıyım diye düşündüm. Kapı çalınmaya devam ediyordu. Eğer çıkarsam devam etmek zorunda kalırım diye düşündüm. Bugün perdeler inmek zorundaydı. Camı açtım ve birinci kattan atladım. Şehre doğru koşmaya başladım. Orda güneş doğacak ve de ben bir çatıda onu son defa seyredecektim.”

“Hayatla ilgili bir gerçek de hesaplanamayacak , ya da hesapladığına değmeyecek kadar çok değişkeni olduğudur. Tahminler veya planlar üzerlerinde ne kadar kafa patlatılsa dahi başarısız olabilirler. Asıl saçma , ironik ve kaotik olan ise  üzerinde hiç düşünülmeden sadece laf olsun diye söylenen sözlerin gerçekleşme olasılığıdır. Belki de şu ana kadar hep yanlış yapmışım. Zamanın bazı değişkenleri sabitlemesini bekleyip öyle hareket etmeliymişim. Ama her halukarda şimdi çok geç. Güneş yükselir ve ben düşerken tüm değişkenler sabitlenmiş durumda zaten. “

“Köşkü terkedip bir taksiye kendimi attığım andan itibaren içimi çok değişik bir duygu kapladı. Yaptığım herşeyi son defa yapıyordum. Artık bitmek üzereydi. Ama ben öyle hissetmiyordum. Herşey çok canlıydı yeni başlamış gibi... Taksicinin kalp atış sesleri , şehrin içine girdiğimizden beri insan sesleri , bu lanetli vaziyette bile çok canlı olduğumu hissettiriyordu. Özellikle taksici kırmızı boynundan geçen kanı hissedebiliyordum. Şah damarından geçen kanın damarla sürtünmesini duyabiliyordum. Onun kalbi bana benimki kadar yakındı. Atışını hissedebiliyordum. Ve kan beni çağırıyordu. Köpek dişlerim önceki geceki gibi damağımdan itilmeye başladı. Dişlerimin ağzım kapalıyken bile alt dudağıma değdiğini hissedebiliyordum. Sonra taksi Kırmızı ışıkta durdu. Taksici Kıpkırmızı boynunu iki yana çevirdi. Kemiklerin kıtırdama sesini duyarken burnuma ter ve et kokusu çarptı. Artık dayanamıyordum. Bu dün geceki gibi değildi. Dün gece aklımda onu kadehi bitirmek varken bu gece atan o damarı yırtıp kanın fışkırmasını seyretmek vardı. Araba tam kalkarken cüzdanımı ön koltuğa fırlatıp çıktım. Etrafta insanlar vardı. Başım dönüyordu. Taksicinin arkamdan seslendiğini duyabiliyordum. Bir ara sokağa girmeliyim diye düşündüm. Etrafıma bakındım. Bol ışıklı bir kargaşa görüyordum sadece. Bayılmak üzereydim. Körlemesine ilerledim ve oldukça ışıksız bir köşeye girdim. İki binanın arasına girmiştim. Biraz olsun şansım varmış diye düşündüm. Köşeye çöktüm ve kendimi toparlamak için gözlerimi kapadım.”

“Uyandığımda iki kişi başımda bekliyordu.”

“Hey sen uyan Richard seni istiyor”

“Herşey bu gece sona eriyor. Gelmeyeceğim”

“Bak gerizekalı , ne olup bittiği hiç umrumda değil. Richard seni ofisinde istemişse bitmiştir. Kalk şimdi.”

“Anlamana imkan yok değil mi ?”

“Hayır. Ben mi kaldırayım ?”
    
“15 dakika kadar sonra kendimi ventrue plazasının asansöründe buldum. Olaylar gerçekten istemediğim yönlere gitmeye başlamıştı. Oysa oldukça olaysız bir gece planlamıştım kendime. “

     “iyi aksamlar çocugum. Son iki gündür olanlara bir anlam veremiyorum. Soydan olan herhangi bir kimsenin Kana bu kadar direnebildigini hiç görmedim. Caine’nin kanının sende az akdıgı dahi söylenen dedikodular arasında. Ancak bir ince-kan degilsin kanın seni çektigi ortada. Seni izleyen adamlarım taksiden bayılacakmıs gibi ayrıldıgını ve komadaymıs gibi 2 saat boyunca kıpırdamadan duvara dayanmıs sekilde kaldıgını sölüyorlar. Anlat bana evladım , Neden?”

“Bu yaşamı , ölümü ya da herneyse onu ben seçmedim. Şu anda başkalarının yaşamamı istediği bir şeyi yaşıyorum. Elimde olsa yapmayacağım seçimler benim adıma yapıldı ve tüm duygusal ve vicdani yükünü ben çekmek zorundayım. Böyle bir yaşamı istemiyorum. Her ne kadar vaadettikleri çok olsa bile. Başka yaşamlar ile beslenmek istemiyorum. Gün ışığından saklanmak istemiyorum. Çağların değiştiğini görecek kadar yaşlanmak istemiyorum.”

“Tam 58 katlı plazanın çatı katında ben resmen içimi en nefret ettiğim insana dökmek ile meşguldüm. Bu devamlı kaçış halinden bu çürümüşlükten nefret ettiğimi ona anlatmaya çalıştım. İşin kötüsü anlıyora benziyordu. Daha da beteri bir çözüm düşünüyor gibi gözüküyordu.”

“Bak çocugum durumun lanetliliginin hepimiz farkındayız. Hepimiz senin yasadıklarını yasadık ama hepimiz senin kadar hazır degildik. Çogumuz bu maskeli baloya senin kadar hazırlanmadı. Bu oyuna kuralları tamamen bilerek baslayan  bir azınlıgın içindesin. Böyle saçmalıklarla zaman kaybetmemen gerekir. Ancak ; zaman kaybetmeye böyle büyük bir istek duyuyorsan git ve hayatını senden alan , kendi hırslarını sana sırınga edenden intikam al. Ve aynı sogukkanlılıkla eski gittigin çıkmazı bırak. Pörsümüs pullarından sıyrıl. Yeni yoluna gir. O mezarı bosubosuna doldurmus olma. Bırak ölüler huzur içinde yatsın.”

“Çok doğru söylüyorsunuz efendim. Şafağa kaç saat var?”

“Birbuçuk ya da iki çocugum.”

“Haklısınız efendim. Taşıdığım kana saygısızlık ettim. Şimdi bana izin verin içeceğim ilk kan en büyük düşmanımınki olsun. Son kez evime gideyim ve Chris ailesi tarihe karışsın.”

“Aferin çocugum. Zamanın az , en alt kattan günısıgı filtreli arabalardan birini al. Gün boyu araba kullanamayacak olsan da en azından korunagın olur.”

“Teşekkür ederim efendim.”

Siyah BMW son demlerinde olan geceyi gerçek rengine boyayarak ilerledi. Şehrin dışında okyanusa bakan bir uçurumun kenarında beyazlara bürünmüş köşkün kenarına sokuldu. İçinden genç bir adam çıktı. Genç adam evinin şifresini girdi ve giriş kapısının görüntüsünün yerini modern çizgilerle döşenmiş geniş bir salon aldı. Genç adam yavaş adımlarla solonun ortasındaki spiral merdivenlere tırmanmaya başladı. Alacakaranlık kadar sessizdi... Zifiri karanlık kadar huzursuz... Genç adam tırmanışını bitirdi ve önündeki holü süzdü. Nereye gideceğini koklayabiliyordu. Yavaşça ilerledi. Saat daha 4:30 du. Yavaşça önünde yerini almış olan kapıyı açtı. Önündeki çift kişilik yatakta tek başına yatan 30 yaşlarındaki kadına baktı. Yatağın yanından geçti. Kendi düşüncelerine başka fısıltılar da katılıyordu. Ancak bu kadar kolay olamaz diye düşündü. Yaptığımı hissetmeli. Bu kadar geldikten sonra kendime yenik düşüp şu anda bitiremem.  Genç adam yatağın kenarına oturdu. Kadının omzuna elini koydu. Merhaba anne dedi. Kadın zorlukla uyandı ve oğluna dönerek burada ne işin var dedi. Genç adam kadına tiksinti ile baktı ve konuşmaya başladı.

“Sen ne kadar uzun olacağını planlıyordun bilemeyeceğim ama bu sabah bitiyor anne. Günün ilk ışıkları ile ölmüş olacağım. “

“Neden bahsediyorsun sen? Kan yerine baska birsey mi içtin yoksa?”

“Komik. Daha hiç birşey içmedim anne.”

“Ne? Kaç gün oldu 3.....5 ?” Kadın yatakta doğruldu.

“Ne farkeder ki?

“Al o zaman benim kanımı iç. Içmezsen yasayamazsın.”

İkinci bir siyah BMW köşkün önüne geldi. Takım elbiseli bir adam şoför koltuğundan fırlayarak arka kapıyı açtı. Son derece şık , yaşlı bir adam içinden çıktı. Gecenin son dakikalarıydı. Ufuklar kızarmaya başlıyordu. Adam serin kanlı bir çabuklukla köşkün açık kapısından girdi ve sessizce spiral merdivenleri tırmandı. Yatak odasının açık olan kapısının önünde durdu. İçerideki yatakta yatan kadın doğruldu. Ve yanında oturan çocuğa “Al o zaman benim kanımı iç. İçmezsen yaşamazsın” dedi.”

“Bir annenin görevini ne sekilde olursa olsun çocugunu beslemek olarak görmüsümdür hep. “

“Richard ne isin var burada.” Kadın Yataktan kalkarak oğlunun yanına geçti.

“Olacakları kendi gözlerimle görmek istedim sadece. Eileen.”

“O zaman size yardımcı olayım efendim.”

Genç adam 3 vampiri de güneşten koruyan ağır kadife perdeye asıldı.  Ve devasa perdeyi kendisinin ve annesinin etrafına sardı. Yaşlı vampir olanları anlayıp gözlerini kapamış kendini  bir tarafa atmakla meşguldü.  Vampirin holden gelen çığlıkları genç adamın içini burkmuştu.  Yanındaki kadından tek bir ses geldi. “Aferin oğlum.” Ancak biraz sonra inlemeler yerini hayvani hırıltılara bıraktı. Daha sonra  bir kapının kırılış sesi ve bir genç kızın çığlıkları sırayla odayı doldurdu.  “ Kahretsin....Janette”. Genç adam üzerindeki perdeye vuran güneşin sıcaklığını hissediyordu. Pencereye tüm gücüyle yüklendi.  Parçalanan camlar ile birlikte aşağı düşmeye başladılar.  Adam perdeyi bıraktı. Perde kaçarcasına boşlukta onları terketti. Ve Kane yaşlı gözlerle son kez güneşin doğuşunu seyretti.

Sunday, April 09, 2006

Icy gates of the Citadel opens...

As the cold breeze freezes my face , sears my lungs , I walk into oblivion...